Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Ankara’nın uzun süredir devam eden terör sorununu çözmek için yeni bir sürece girdiğini belirterek, Türkiye’nin PKK ile mücadelesinde rehavete yer olmadığını söyledi.
“PKK/KCK terör örgütüyle hukuka uygun mücadele etme konusundaki inancımızdan hiçbir zaman vazgeçmedik. Altun, Daily Sabah’a özel röportajında, “TAI’ye yapılan son saldırı, bu terör örgütüyle mücadelede rehavete yer olmadığını bir kez daha göstermiştir” dedi.
Artan bölgesel istikrarsızlık ve değişen siyasi dinamikler, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) müttefiki olan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, Türkiye’nin PKK ile 40 yıldır süren çatışmasını sona erdirmek için on yıl içinde ilk girişimde bulunmasına yol açtı. PKK’nın tutuklu lideri Abdullah Öcalan’a, terör örgütüne silahları bırakıp dağılması yönünde çağrıda bulunması çağrısında bulunuldu. Ancak çağrıdan bir gün sonra Türk başkentinde hayati öneme sahip bir havacılık şirketine terör saldırısı düzenlendi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, son olarak Bahçeli’nin teklifini “tarihi bir fırsat penceresi” olarak nitelendirerek Kürtlere uzatılan eli kabul etme çağrısında bulundu. Ancak PKK’yı kastederek “kanla beslenen terör baronlarına” herhangi bir çağrı yapılmadığını da söyledi.
“PKK/KCK’nin Kürtlerin haklarının peşinde olmadığının anlaşılmasını istiyorum. Kürtleri temsil etmiyorlar. Onların istediği kendi terör ideolojisini Kürtlere dayatmak, buna da izin vermeyeceğiz” diye konuştu.
PKK’nın uluslararası alanda yasaklı bir terör örgütü olduğunu yineleyen Altun, örgütün “demokrasi” ve “insan hakları” kavramlarını kötüye kullandığını söyledi.
“Ama gerçekte PKK/KCK çocukları kaçırıyor ve silah altına alıyor. Mesela TAI’ye yapılan son saldırının failleri henüz reşit değilken işe alınmıştı. Ayrıca radikalleşiyorlar ve genç kadınları intihar ekibi olarak kullanıyorlar. Son saldırının faillerinden biri de kadındı” diyen iletişim şefi, PKK’nın da sivilleri hedef almaktan kaçınmadığını ifade etti. “Son hain terör saldırısı sonucu 5 vatandaşımızı kaybettik. “
Bölgesel tehdit
Altun, PKK’nın Türkiye ötesinde de tehdit oluşturduğunun altını çizdi. “PKK/KCK ve bölgesel uzantılarının sadece topraklarımız için değil, komşu bölgemiz için de en kritik tehditlerden birini oluşturmaya devam ettiğinin altını çizmek gerekir.”
Irak’ın yakın zamanda PKK’ya karşı yeni adımlar attığını söyleyerek Türkiye’nin “Irak hükümetini PKK/KCK ile mücadelede desteklemeye devam edeceğini” de sözlerine ekledi.
Erdoğan’ın nisan ayında Bağdat ve Erbil’e yaptığı ziyaretin ardından Irak, PKK’yı yasaklı örgüt olarak tanımlamaya ve terörle mücadele konusunda, halihazırda ülkenin kuzeyinde ve Suriye’de geniş çaplı terörle mücadele operasyonları yürüten Ankara ile koordineli adım atmaya karar verdi.
Terörün bölgemizin geleceğinde yeri olmadığını ve Türkiye’nin kapımızın önünde bir terör koridoruna asla izin vermeyeceğini ifade eden Altun, PKK’nın bölgenin istikrarını bozmak için üçüncü tarafların vekili haline geldiğini söyledi. Aralarında ABD, Rusya ve İran’ın da bulunduğu ülkelerin PKK ile bağlantısı olduğu biliniyor.
Türkiye, PKK ve bağlantılı gruplardan gelecek tehditleri önlemek amacıyla Suriye ve Irak sınırları boyunca 30 ila 40 kilometre (19 ila 24 mil) derinliğinde bir tampon bölge oluşturma niyetini uzun zamandır açıklıyordu.
Diyalog çağrısı
Suriye’deki Beşar Esad rejiminin güney sınırındaki terör gruplarından kaynaklanan güvenlik tehditlerine karşı normalleşme ve Suriyeli mültecilerin güvenli bir şekilde geri dönüşünün sağlanmasına yönelik adımlara ilişkin Altun, Erdoğan’ın stratejik bir adım attığını ve Esad’la görüşmeye hazır olduğunu ifade etti. Suriye’deki çok katmanlı sorunların çözümüne yönelik çabaların artırılması.
İsrail’in Gazze’ye yönelik devam eden saldırısına ve bunun bölgesel yansımalarına değinen Altun, “Saldırı, artan şiddet döngüsü ve kitlesel nüfus hareketleri nedeniyle bölgemize verilen ateş göz önüne alındığında, bu diyalog çağrısı daha da önem taşıyor” dedi.
“Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak, UNSCR 2254 temelinde Suriye liderliğindeki, Suriyelilerin sahip olduğu siyasi süreci ilerletmek ve terörle mücadele ilkelerine dayanan angajman sürecini sürdürme isteğimizi koruyoruz.” Gönüllü ve güvenli getiriler, ”diye ekledi, Türkiye’nin Suriye’deki uzun süredir devam eden krize katkısı ve potansiyel bir çözümden potansiyel faydası olan bölgedeki kilit aktörlerden biri olduğunu söyledi.
Direktör, “İleriye dönük bir katılım, ilgili BMGK Kararlarında da tanımlanan Suriye tarafları arasında gerçek bir diyalogla el ele gitmeli ve buna katkıda bulunmalıdır” dedi.
Ankara-Şam ilişkileri, Suriye’de iç savaşın çıkması ve Türkiye’nin muhalefete destek vermesiyle bozuldu. Ankara daha sonra Suriye’ye bir dizi terörle mücadele operasyonu gerçekleştirdi ve sivillerin güvenliğini sağlamak ve terörle mücadele etmek için muhalefetin kontrolündeki kuzeybatıda güçlerini sürdürüyor. Esad rejiminin en güçlü destekçilerinden biri olan ancak Türkiye ile de yakın bağları olan Rusya, son dönemde diplomatik ilişkilere dönüş için baskı yapıyor.
Yabancı nüfuza karşı koymak
Öte yandan dış nüfuza karşı koymayı amaçlayan yasa teklifi üzerine Altun, şunları söyledi: “PKK/KCK, FETÖ/PDY, DEAŞ gibi terör örgütleriyle bağlantılı yabancı ülkelerdeki sözde medya kuruluşları ve STK’lar, El Kaide ve DHKP/C, ülkemize karşı propaganda, dezenformasyon ve karalama kampanyalarının yanı sıra, söz konusu kuruluşlara finansman ve adam kazandırma faaliyetleri yürütmektedir.”
Ankara’nın terör ağlarına karşı mücadelesini her platformda sürdürme kararlılığında olduğunu söyledi.
Kamuoyunda “nüfuz etme aracı düzenlemesi” olarak bilinen Türk Ceza Kanunu’nda casusluk suçunun kapsamını genişleten yasa tasarısı geri çekildi. Siyasi partilerin grup başkan yardımcılarının yönetmeliği görüşerek yeniden ele alması bekleniyor.
Yabancı bir devlet veya kuruluşun stratejik çıkarları veya talimatları doğrultusunda devletin güvenliğine veya çıkarlarına karşı suç işleyenlerin üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılması öngörülüyordu.
‘Batı medyası çifte standart’
İletişim Başkanlığı, geçen yıl Gazze’deki savaşın başlamasından bu yana, İsrail’in Filistinli sivillere ve altyapıya yönelik saldırılarını açığa çıkarmak, bir yandan da dezenformasyonla mücadele etmek ve gerçekleri savunmak için yoğun çaba harcıyor.
Altun, “Gazze’de devam eden soykırım sırasında ana akım Batı medyası ve bazı Batılı hükümetler, yıllardır savundukları insan hakları, evrensel ahlaki değerler, basın ve ifade özgürlükleri konusunda ikiyüzlülüğü açıkça sergilediler ve sergilemeye de devam ediyorlar” dedi. Son savaş, bu değerlerin öncelikle Batı merkezli bir dünya görüşüne uyum sağlayan ayrıcalıklı Batılı azınlıklarda yankı bulduğunu gösterdi.
“İnsani ve vicdani bir duruş benimseyen çok sayıda Batılı gazeteci ve akademisyenin yaşadığı sansür, baskı ve zorbalık bunun açık bir örneğidir.”
Batı medyasının, Batılı olmayan dünyayı “egzotik içerik veya şiddet içerikli görüntülerle” sunarak hem Batılı olmayan toplumlar hakkındaki gerçekleri çarpıttığını hem de Batı’nın etnik merkezciliğini kurumsallaştırdığını söyledi.
“İsrail, bu süreçte medya desteğine ve yaydığı dezenformasyona rağmen katliamlarını dünyadan gizleyemiyor. Daha basit ifadeyle gerçekler artık saklanamaz” diye ekledi Altun.
Batı medyasının, İsrail’in Gazze Şeridi, Batı Şeria ve ötesinde ahlaksız şiddeti serbest bırakmasına izin vererek Filistinlileri “kapsamlı ve sistematik bir şekilde insanlıktan çıkardığını” söyledi.
“Öte yandan, medyanın yalanları gerçek, gerçekleri de yalan gibi sunması, Gazze’deki yaklaşık 50.000 kurbanın, özellikle de İsrail tarafından öldürülen yüzlerce gazeteci ve onbinlerce kadın ve çocuğun içinde bulunduğu kötü duruma anlamlı bir tepki verilmemesiyle birleşiyor. – Açık bir çifte standart ve baskıya suç ortaklığı teşkil etmektedir.”
7 Ekim’in Filistinlilere yönelik uzun süredir devam eden ve Batı’nın sıklıkla göz ardı ettiği baskının bir sonucu olduğunu hatırlatan Altun, “İsrail’in katliamları da, Batılı çevrelerin bu katliamları görmezden gelen, hatta destekleyen tutumları da yeni bir olgu değil” dedi. .”
Batı medyasının tutumu İsrail’i daha fazla yalan söylemeye teşvik etti” dedi. “Yalan çılgınlığı öyle bir boyuta ulaştı ki, Başkanlığımız Dezenformasyonla Mücadele Merkezi İsrail’in 250’den fazla yalanını açığa çıkardı” diyen Altun, bunların, Müdürlüğün Filistin Özel Dezenformasyon Bülteni adlı kitabında detaylı bir şekilde ortaya konduğunu ifade etti.
İsrail Devlet Başkanı Herzog’un, Gazze’deki bir evde bulunduğunu iddia ettiği ve Yahudilere karşı soykırımı savunan bir Hamas lideri tarafından yazıldığını iddia ettiği kitapla Şubat ayında Münih Güvenlik Konferansı’na gelmesine örnek verdi. “Batı medyası da bu iddiaları sorgulamadan dünya kamuoyuna sundu. Dezenformasyonla Mücadele Merkezimizin kitap üzerinde yaptığı incelemede, kitabın 1990 yılında Mısırlı bir yazar tarafından basıldığı, basım yerleri arasında Filistin’in bulunmadığı tespit edildi. Kitabın Filistin meselesiyle ya da Hamas’la hiçbir ilgisi yoktu. Daha da korkutucusu bu bilgi İsrail Milli Kütüphanesi arşivlerinde de yer alıyordu.”
Benzer şekilde müdürlük, Netanyahu’nun Amerikan Kongresi’ndeki konuşmasında beş kez yalan söylediğini de belgelerle ortaya çıkardı.
Altun, Türkiye’nin yalanlarla gerçeklerin örtbas edilmesine izin vermeyeceğini söyledi. Çünkü bu çelişkili düzene itiraz etmek istersek, kendi hikayemizi anlatma fırsatından mahrum kalırsak, kendi hikayemizi anlatma cesaretini kaybedersek o zaman hem kendi varlığımızı tehlikeye atmış oluruz, hem de gerçeğe ihanet etmiş oluruz.”
Ankara, çatışmanın başlangıcından itibaren savaşı bitirmek için yoğun bir diplomasi yürüttü ve garantörlük formülü önerdi. Ayrıca, insani yardım çalışmalarının yanı sıra, Gazze’de bir temas grubuna liderlik etmiş ve Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) Güney Afrika’nın İsrail’e karşı işlediği soykırıma katılmıştır.
Uluslararası sistem için reform
Bu yıl Brezilya’da düzenlenen G-20’nin önemine değinen Altun, Türkiye’nin G-20’yi küresel zorlukların diyalog yoluyla ele alınmasında en kritik forumlardan biri olarak gördüğünü söyledi.
“Türkiye olarak özellikle uluslararası ticaret, göç, iklim değişikliği ve bölgesel çatışmalar gibi küresel konularda önemli bir rol üstleniyoruz. G-20’yi dinamik ve esnek yapısıyla hızlı aksiyon alabilen bir forum olarak değerlendiriyoruz.”
Türkiye’nin terör ve düzensiz göç gibi siyasi konuları G-20’nin gündemine almak için çalıştığını, uluslararası sistemdeki krizi ve reform ihtiyacını dünyadaki birçok zorluğun ayrılmaz bir parçası olarak gördüğünü söyledi.
Altun, “Filistinlilerin içinde bulunduğu kötü duruma acilen çözüm bulunması ihtiyacı, pek çok uluslararası kurumun az sayıdaki kişinin çıkarlarına bağlı olması nedeniyle ele alınmıyor” diye vurguladı.
Cumhurbaşkanının “Dünya beşten büyüktür” ve “Daha adil bir dünya mümkün” sloganlarını hatırlatan Altun, uluslararası sistemin acilen reforme edilmesi gerektiğini yineledi.
“Bu nedenle Brezilya’nın yönetişim konularını Rio toplantısındaki ana gündem maddelerinden biri haline getirdiğini görmekten mutluyuz” dedi. “Türkiye her zaman olduğu gibi üzerine düşeni yapacak ve giderek istikrarsızlaşan uluslararası sistemi G-20 gibi etkin kurumlar aracılığıyla yönetmenin yükünü paylaşacaktır.”